Bakmak yetmez, nereden ve nasıl baktığına göre değişir ne göreceğin… “Açı değişirse acı değişir” kıssadan hisse… Ben nereden bakarsam bakayım aynı şeyi görüyorum, acı bir türlü değişmiyor diyenlere bu yazım! Belki bu yazıdan sonra eski gördüklerinizi istemedikçe hiç görmeyeceksiniz!
Başlangıçtan da anlaşılacağı üzere tüm konu bakış açısı. Bakış açısı üzerine konuşacağım bugün ama oraya gelene kadar size anlatacaklarım var. Bakış açısını değiştirmesi gerekenlerin çektiği o zorluklar nereden kaynaklanıyor, ne oluyor da kimisi kolaylıkla üstesinden geliyor kimisi bir türlü formülü bilmesine rağmen mutluluğa, huzura diğeri kadar pratik bir şekilde ve söylendiği gibi bir çırpıda ulaşamıyor. “Canını sıkıyorsa, mutlu olmak istiyorsan: Bakış açını değiştir!” Söylemesi kolay, yapması zor bazılarımız için öyle değil mi? O zaman en başından başlayalım bakış açımız nasıl oluşuyor?
İnsan içinde bulunduğu her an 2.000.000 bit veri akışına maruz kalır. Yani masada çalışırken, mutfakta yemek yaparken, televizyon seyrederken hatta tabiatta tek başına oturmuş manzarayı seyrederken her an 2.000.000 bit veri bize doğru akar. Biz insanlar ise beyin kapasitemizle doğru orantılı olarak bu verilerin yalnızca %8 ini algılayabiliriz, yaklaşık 164.000 bit veriyi. Yani yeni doğmuş ve daha önce hiç ağaç görmemiş bir bebek bir ağaca bakarken o ağacın yalnızca %8 ini algılar. Nasıl algılar? 5 duyu ile; görerek, koklayarak, duyarak, dokunarak, tadarak elde ettiği %8 veri. Ve bu %8 ‘i beyninde; üstünde “ağaç” yazan bir kutuya koyar ve birçok algıladığı şeyi hatırlamasına (gerektiğinde çağırıp kullanmasına yarayan) raflara yerleştirir. Algıladığı ağacın %8’i, ağacın yani gerçeğin 0 ü olmamasına karşın onun için ağaç eşittir o %8’lik bilgidir. Üstelik daha da ilginci, aynı ortama tüm koşullar tamamen eşit olacak şekilde 10 bebek konulsaydı; her bebeğin algıladığı ağacın %8’i de aynı %8 lik dilim olmayacaktı. Duyularında öncelikli olanlar farklı olduğu için, öğrenme biçimleri farklı olduğu için… Kısacası bilgiyi nasıl edindiğimiz noktasına bakıldığında bile; bebeğin ağaç diye tanımladığı şey oldukça kişisel bir gerçekliktir. Bu noktada algı dediğimiz daha ilk basamakta bile ne oranda değişken bir zemin üstüne diğer aşamaları inşa edeceğimizi görebilirsiniz!
Algıladıktan sonra ne olur? Anlamları oluşturmaya başlarız. Burada bebek örneğinden ilerleyecek olursak, yine beyin kapasitemiz ile doğru orantılı olarak her elde ettiğimiz veriyi saklayacak potansiyelimiz olmadığından ağaçla ilgili verilerde eleme yaparız. İleride işinize yarayıp yaramayacağına göre veya o bilginin size acı verip vermediğine göre bazı kısımlarını eleriz. Yani kutuyu açar, içinden bir takım parçaları çıkarır, %8 i daha da azaltır, adına ağaç diyeceğimiz verileri azaltarak kutunun içeriğini güncelleriz. Hayat akarken elbette başka ağaçlarla karşılaşmaya başlarız. Beynimiz genelleme esası ile çalışmayı daha pratik bulduğundan birkaç ağacın verilerini kombine eder, ayrı ayrı ağaç kutuları oluşturmak yerine tek bir ağaç kutusunun içine ağaçlarla ilgili tüm verilerimizi girer, kısaca ilk verileri değiştirir, esnetir, çıkartıp ekleyerek bozmaya başlarız. Bu bozma işlemi elbette olumsuz değil yararımıza bir işlemedir ancak duyular, duygular ve anılar ile gittikçe anlamı daha da kişiselleşen bir gerçekliğe yönelmiş olmamız da kaçınılmazdır. Kısacası beyin kapasitemiz ile sınırlı ve kişisel oluşan algımız, duygularımız ve anılarımız ile gittikçe daha da kişisel olan anlamlarımızı yaratarak ilerler.
Bu anlamlardan bir tanesi oldukça sıklıkla yaşadığınız veya oldukça acı vermiş olan bir tanesi ise bu baskın anlam bizim bakış açımızı oluşturmaya başlar. Ağaç örneğinden devam edecek olursak; ağacı ilk algılayan bebekken için yeşil, büyük, sert, çiçekleri olan ve güzel kokulu bir obje iken zamanla çiçekleri olmayan ağaçları da görüp çiçek kısmını öncelik olmaktan çıkarmış olabiliriz. Zaman içinde kimi ağaçtan arkadaşlarımızla meyve toplarken eğlenmiş kimi ağaçtan ise düşmüş, düştüğümüz için bacağımızı kırmış ve tüm yaz arkadaşlarımız eğlenmeye devam etmişken biz evde yalnız bir yazı üzülerek geçirmiş olabiliriz. Diğer çocuklar için ağaç “eğlenceli bir şey” iken bizim için “zarar veren bir şey” olabilir. Çok doğal olarak eğlenceli ve zararlı bulduğumuz şeylere yaklaşımımız ise birbirinden oldukça farklıdır. Gördüğünüz gibi deneyimlerimizle ve o deneyimlerden edindiğimiz duygularla bakış açımızın olumlu veya olumsuz belki de tam zıt iki noktada bile olması mümkündür. Kısacası bu derece kişisel bir zeminde ilerleyen bu süreçte sonuç da oldukça kişisel bir gerçekliktir. Ve bu kişisel bakış açısı (değişebilir-değiştirilebilir-sabit olmayan!!!) sizin nasıl karar vereceğiniz, davranacağınız, nasıl sonuçlarla karşılaşacağınız gibi bugün hayatta birebir karşılaştığınız birçok konunun temelini oluşturur.
Özet olarak ağacın sadece “zararlı bir şey” olmadığını kendimize hatırlatıp ve mümkünse benimsediğimiz bakış açımızı ağacın “eğlenceli bir şey” olduğu noktasına taşıdığımız anda; ağacın yanından geçerken gözümüze gelen düşüş sahnemizin bizde yarattığı korkunun, yazı yalnız geçirmekten duyduğumuz üzüntü ile zaman içinde kök salan yalnızlık korkumuzun, ağaca tırmanmadığımız için bizimle dalga geçilmesinin, tatillerde yeşil değil mavi ağırlıklı lokasyonlar tercih etmemizin ve daha nice sabitin ve sabitlerin yarattığı zorlanmaların önüne geçmiş, daha esnek, uyumlu ve haz içinde, gerçekten özümüzün istediklerini yerine getirebileceğimiz hayatlar yaşama şansı yakalarız. Özünüz size yok ben ağaç sevmiyorum derse yine ne ala… Ama hiç olmazsa ezbere değil gerçekten kendinize uygun seçimler yapmış olursunuz. Bu özgürlüğe hayır diyebilir misiniz?
KİŞİSEL GELİŞİM EĞİTMENİ
S. CEREN YILMAZ
Aşağıdaki formu doldurarak bizimle kolayca iletişime geçebilirsiniz.