Çaresizim evet, hem de nasıl… Ama sizin bildiklerinizden değil benim çaresizliğim.
Benimki birçok kez yapılabilecekleri düşünüp uygulayıp sonunda; “demek ki bu konuda benim elimden bir şey gelmiyor, çaresi, çözümü yok bu derdin” diyebildiğim çeşidinden değil. Benimkisi hiç denemememe rağmen, çözümleri denemeye cesaret bile edemememe rağmen çare bulunamayacağına adı gibi emin olmak. Eminim evet, hem de nasıl… Ama sizin bildiğiniz emin olma durumlarından değil benimkisi… Hiç sorgulanmamasına rağmen, içimden bir sesin bana hiç duymadığım kadar net ve güçlü yapamazsın deyişi… Belki siz de içerilerde, derinlerde bir yerlerde duyuyor olabilir misiniz böyle bir ses?
İşte tam da bu çaresizlik için belirlenmiş bir isim var; öğrenilmiş çaresizlik. Çünkü öğrenmişsinizdir bu çaresizliği bir yerlerden; geçmiş deneyiminizden veya öğrenmeye açık olduğunuz birinden. Üstelik alan ayırt etmez bu çaresizlik; sağlığınızdan inancınıza, mesleğinizden evliliğinize her yere sızabilir, kendini gösterebilir… Örnekler vererek ilerlersek belki daha rahat fark edebiliriz bizim içimizden gelen cümleler ile ne kadar benzeştiğini hissettiğimiz çaresizliğin.
“Evladım o nasıl ses borazan gibi, tamam belli senden sanatçı olmayacak, dalga geçerler başkasının yanında çıkarırsan bu sesleri, aman ha!” Var mı ebeveynlerinizin veya öğretmenlerinizin böyle eleştirileri hafızalarınızda? “Sesin kötü”, “spora hiç kabiliyeti yok bu çocuğun”, “matematiği rezalet, bilmem ki nasıl başarılı olacak ileride”, “işi gücü aylaklık, sorumluluk deyince ara ki bulasın, gir odasına bir bak allah aşkına”, “tek bildiği futbol, yeter ki bize bir faydası dokunmasın, oynasın dursun”… Ya da başka bir başka versiyonu bu öğretilerin “kızım sen ne anlarsın kek yapmaktan, git ödevlerini bitir hemen”, “aman oğlum sen daha küçüksün, para pul işlerini beceremezsin, babası sen gidiver markete”, “maşallah benim çocuğuma, nasılda yakıştı bu kıyafet, sen böyle hoş göründükçe zeki olmasan da olur”, “tiyatro okursan aç kalırsın, sonra bana anne-baba para deme!”, “ah evladım allah bahtını, şansını açık etsin de, karşına güzeller güzeli, temiz kalpli bir eş çıkarsın”.
Bu; çaresizliğe bizi kaptıran cümlelerin iş hayatı versiyonları da mevcut elbette… “Ben de çok istiyorum senin o pozisyona yükselmeni ama o kadar çok aday var ki, piramit sistemi biliyorsun, o rekabete dayanabilecek misin?”, “ekonomi o kadar kötü ki işverenler düşük maaşa daha çok beceri barındıran kişileri işe alıyorlar artık, kimse vazgeçilmez değil, aman zam istemeye kalkma sakın”, “son sunumda sen kendin söylüyordun heyecanlandığını, zorlandığını”, “sen İngilizceyi nerede öğrendin?”, “dil kabiliyet işi”, “bir kur kendi işini de o zaman göreceğim ben seni, bakalım bu kadar hevesli olabilecek misin faturalarını ödeyemezken de?”, “aman ne yap ne et, yeni iş bulmadan ne sen çık ne seni çıkarmalarına müsaade et, ekmek aslanın ağzında…”, “yaratıcılıkla hayalperestlik farklı şeyler”.
Kendi deneyimlerinizin sonucu sizin kendinize fısıldadığınız şeyler de olabilir elbette. “denedin ticareti bir kere, aldın ağzının payını”, “sen kim müdürlük kim, daha çaycıya laf dinletemiyorsun sen”, “ben başarılı bir sunum yapamam, sesim kısılır, ya ayağım takılırsa”, “satış bana göre değil, mendil bile satamıyorum ben daha”, “şansım yok ki benim bu olsun”
Gördüğünüz gibi rol modellerinizin, yakınlarınızın, fikirlerine önem verdiklerinizin, sevdiklerinizin, sevilmek istediklerinizin; kısacası ebeveynlerinizin, yöneticinizin, takım liderinizin, akraba, dost ve arkadaşlarınızın, eşinizin, sevgilinizin hayat ile veya sizin ile ilgili fikirleri sizin çaresizliğiniz olabilir. Daha yolun başında şanssız, yeteneksiz, yetersiz, çirkin, sıradan, başarısız, sorumsuz, akılsız, pis, hayalperest ve daha nicesi olduğunuzu benimseyerek, hiç denemeden ya da en azından yeterince denemeden, oldurma yollarını araştırmadan, hatalardan ders çıkaracak fırsatı bile kendinize tanımadan pes etmeyi ve kaybetmeyi kabullenir halde bulursunuz kendinizi. Üstelik içiniz de rahattır ta ki vakit çok geç olup “eğer deneseydim ne farklı olurdu?” diye kendinize sorana kadar…
Ne farklı olurdu aslında siz de çok iyi biliyorsunuz… Siz bambaşka olurdunuz… Dolayısı ile hayatınız, koşullarınız, inancınız, bakış açınız bambaşka olurdu… Dolayısı ile alternatifleriniz, gideceğiniz yollar, seçimleriniz, kararlarınız bambaşka olurdu…
Karşılaştığınız insanlar, deneyimleriniz, tüm mutlu ve mutsuz anılarınız bambaşka olurdu. Yani bugüne kadar gelmiş kötü her şey kadar güzel her şey de farklı olurdu. O yüzden pişmanlığa kapılmadan, çok da geç olmadan o sesleri duyar duymaz hatırlayın onların “öğrenilmiş olduğunu” ve isterseniz kulak dolusu değil, takvim dolusu yaşamayı tercih edebileceğinizi…
Aşağıdaki formu doldurarak bizimle kolayca iletişime geçebilirsiniz.