Ne zaman yolum bir ilişkisi olmasını isteyen ama henüz aradığı kişiyle tanışmamış biriyle kesişse, serzeniş hep aynı; “Nerede o eski ilişkiler ahhh? Şimdi nerdeeee öyle babam gibi, annem gibi, leyla ile mecnun gibi, anneannemin zamanındaki gibi temiz, saf, güzel bağlılıklar… Zaman çok değişti…” Siz de böyle mi düşünüyorsunuz? Hiç şansımız kalmadı mı mutlu bir ilişki yaşamaktan yana? Beklentilerimizi zamanın standartlarına hızla adapte edemezsek yalnızlığa mahkum muyuz? O tam da istediğimiz gibi ilişkiler hayal mi artık sadece?
Ben bir sinema meraklısı olarak, 7. Sanatın tıpkı sanatın diğer dalları gibi zamanın değişimlerinden sıklıkla etkilendiğini ve bu anlamda zamanın ve üretildiği-sunulduğu toplumun gerçekliklerini büyük ölçüde yansıttığını düşünmüşümdür. Malum ilişkiler dediğimizde de konu oldukça sübjektif olabiliyor; sizin ebeveynlerinizin ilişkisiyle benimkilerinki, sizin deneyimlerinizle bir başkasınınki oldukça farklılık gösterebiliyor. O yüzden filmlerden yola çıkarak bu soruya cevap bulmaya çalışayım izin verirseniz.
Romantik film düşkünü biriyseniz sizin için bu açıdan yaklaşmak, benim örneklerimi çeşitlendirmek daha da kolay olacaktır eminim. Gerçek veya kurgusal ama nihayetinde insan yapımı hikayelerden türeyen filmler…
Yaşadığımız zamana ve topluma baktığımızda – sadece duyduklarımdan çıkarımlardır ve Türkiye’nin her noktasında eş oranda geçerli değildir – ilişkiler; artık çok daha yüzeysel, kısa süreli, belli ihtiyaçların karşılanmasına odaklanmış, tek eşlilik, bağlılık, ilgi, destek gibi unsurları bünyesinde tarafları tatmin edecek oranda barındırmayan, gelecek vadetmeyen, emek-zaman ayırmaktan yoksun, özveriden yana isteksiz ve sabır-yapıcılık yönünden eksik ilişkiler olarak özetleyebiliriz sanırım. Zamane ilişkilerinin tüm bu özelliklerinin her biri için bir takım rasyonel nedenleri de peşin sıra ortaya dökmek mümkün. Teknolojinin gelişmesi ile insanların birbirine daha az ihtiyaç duyar hale gelmesi, çalışma şartlarının ağırlaşması ile zaman kısıtlamaları, internet ile yükselen bireyselcilik akımı ve böyle uzar gider. Ama tüm bu şikayetlerin sebebi zamanın getirdiği değişimler mi yoksa tüm zamanların ortak paydası mı acaba bu özellikler yer yer?
Bundan çok da eski olmayan bir tarihe gidelim 2008’e. Issız adam hepimizi “hıh işte benim ilişkim de aynen böyle” dedirtecek tespitlerle karşılaştırmıştı. Duygusal yakınlık kurmaktan yana isteksiz birinin fiziksel yakınlık üzerine uzun süredir yürüttüğü ilişki çizgisinin duyguların işin içine girmesi ile tamamen değişmesi. Bu alelacele fiziksel yakınlaşmalar ve yakınlaşmaların ağırlıklı olarak fiziksel seviyede kalması günümüzün en büyük şikayetlerinden sanırım. Meselenin bir türlü duygusal ve “ciddi” boyutlara taşınamaması, gelecek vadetmemesi. Pekiyi, bu durumu zamanın değişiklikleri mi yarattı yoksa önceden de var mıydı bakalım. Yıl 1982, Müjde Ar İffet filminde başrolde, hatırlayabildiniz mi? Müjde Ar mahalledeki bir delikanlıya gönlünü kaptırır, delikanlı da karşılık verir. Müjde Ar evlenene kadar beklemesi gerektiğini bilir. Delikanlı bu durumu pek de onaylamaz ama kaçırmayacak oranda duygusal şiddetten de geri durmaz. Derken bir gün piknikte cebren ve hile ile birlikte olurlar. Delikanlı evlilik vaatlerini kısa bir süre daha devam ettirdikten sonra Müjde Ar’dan uzaklaşır. Şimdi hatırlayabildiniz mi filmi? Sizce 80’lerin filmi, yani anne babalarımızın evliliklerini gerçekleştirdikleri bizim özendiğimiz o zamanlar uygulamada bir takım toplumsal farklılıklar taşısa da özünde büyük benzerlikler taşıyor olabilir mi?
Tarık Akan’ın Gülşen Bubikoğlu’nun peşinden koşması artık mazide kalmış bir yaklaşımsa 2004 Notebook filmi de insan yapımı değil mi? Aradan geçen 30 yıla ve kültürel farklılıklara karşın birileri bu ihtiyacı hissederek-gözlemleyerek-anlamlandırarak ortaya koymadı mı bu örneği? İster büyüklerinizin “seni istemeyeni sen de isteme” laflarına maruz kalmış olun, ister 2009’un “Erkekler ne söyler, kadınlar ne anlar” filmini seyretmiş olun çıkan sonuç; “seven sevdiğini öyle ya da böyle belli eder, kendini kandırma” demek değil mi sizce?
Bugün sabah programlarında denk gelinen nice “ilişki uzmanı”nın önerileri, Bir erkek 10 günde nasıl kaybedilir filmi ile çok fazla ortak başlık taşımıyor mu sizce de?
Bana kalırsa azımsanmayacak oranda benzer ilişkiler aradan yıllar yıllar geçmiş olsa da…
Elbette zamana ayak uyduran üslup değişiklikleri var ama temelinde fark göremiyorum ben neredeyse. Birini sevdikten sonrası zamansızlaşıyor bence… İster 200 yıl önce, ister dün birini sevmek olsun konu, sonuç hep aynı; o kişi ile ilgili yoğun bir merak alıyor sizi, onunla daha fazla zaman geçirmek için sınırlarınızı zorlamaya başlıyorsunuz, o kişiye sadece fiziksel değil her anlamda yakın olmak için can atıyorsunuz, onu mutlu etmeye çabalıyor, varlığını takdir ediyorsunuz. Bugün çevremdeki, ister 50 yıl önce ilişkilerine adım atmış, ister birkaç senedir beraber çiftlere bakayım, sevgi varsa değişen pek bir şey yok. Tıpkı sevgi yoksa da ilerlemenin çok benzer olduğu gibi.
Hala kendimizi tanımadan ilişkiye atılmak bize hüsran getiriyor 1999 Kaçak Gelin gibi, hala ilişkilerimizde sorunlar her ilişkide neredeyse benzer paternlere sahip 2019 Marriage story örneğindeki gibi, hala Eat, Pray,Love’ da olduğu gibi bir ilişkiyi bitirdikten sonra belli bir süreç gerekiyor bizlere yeniden başlamak için, hala ayrılmak hafızamızı sildirmek isteyecek kadar acıtıyor canımızı Eternal Sunshine tarzında… Ama takvim hangi yılı gösterirse göstersin, birini sevince ister alışılmışın dışında beklentileri olsun ( Grinin 50 tonu) ister bir arada olmamızın önünde bir sağlık engeli (İncir Reçeli) biz yine de bir yolunu bulup onu ömürlük yapma çabamızdan vazgeçmiyoruz.
Bu durumda; siz eskisi kadar sevgiye açık mısınız? Belki de hepimizin kendine sorabileceği soru budur, ne dersiniz?…
Aşağıdaki formu doldurarak bizimle kolayca iletişime geçebilirsiniz.